ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ VE MİLLİ MÜCADELE
Milli Mücadele ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Mondros Mütarekesinden sonra Anadolu’nun ve Rumeli’nin çeşitli şehirlerinde, işgallere karşı kurulan milli cemiyetlerin 7 Eylül 1919 tarihinde Sivas Kongresi’nde birleştirilmesinden sonra oluşan yeni cemiyete verilen isimdir.
Birinci Dünya Savaşından yenik olarak ayrılan Osmanlı Devleti yaşamının sonuna gelmişti. Osmanlı hükümeti Wilson ilkeleri çerçevesinde bir mütareke yapmayı amaçlamış ve bu amaçla Mondros’a gitmiş ise de burada umduğunu bulamamış ve Londra’da hazırlanan bir mütarekeyi imzalamak zorunda kalmıştır (30 Ekim 1918).
İngiliz diplomatlarının özenle seçip mütareke metnine yerleştirdikleri kavramlar, hükümler devletin toprak bütünlüğünü bozucu, ulusun bağımsızlığını tehdit edici nitelikler taşıyordu. Osmanlı yönetimi ise yenilmişlik psikozu ile hareket ediyor, yenen devletleri gücendirici tavır ve davranışlardan kaçınıyor, ülkeyi o günkü kötü duruma sokan İttihat ve Terakki yönetimini suçluyor, İttihatçıları yönetimden uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Devleti savaşa sürükleyerek dağılmanın eşiğine getirmekle suçlanan İttihat ve Terakki Partisinin önde gelen kişileri yurt dışına kaçıyor, kalanlar partinin feshini kararlaştırıyordu. Böylece yıllardan beri ülke yönetiminde egemen olan İttihat ve Terakki Partisinin açık siyasal işlevi de sona erdiriliyordu. Bu durumdan yararlanan İttihat Terakki karşıtları devlet aygıtlarına kendi yandaşlarını yerleştirirken, azınlık unsurları da özlemini çektikleri, kendilerine yakın hissettikleri bir devletle birleşme ya da ayrı bağımsız devletlerini kurma çalışmalarını başlatıyorlardı.
Savaşın galibi kimi devletlerin söz ve davranışları, mütarekenin uygulanma biçimi bu unsurlara güç veriyordu. İşte bu ortamda asker ve sivil aydınların öncülüğünde, Wilson ilkelerinin Türklere tanıdığı haklardan, çağdaş milliyetçilik anlayışından daha ötesi milli haklardan yola çıkılarak, Osmanlı Devletinde yeni bir hareket başlatılmıştır. Hareketin içinde bulunan kişilerin kültür düzeylerine, siyasi görüşlerine, hareketin başlatıldığı bölgenin özelliklerine göre anlam kazanan bu hareket “Müdafaa-i Hukuk” hareketi idi. Mondros Mütarekesinin imzalanmasından bir ay sonra başlayan “Müdafaa-i Hukuk” hareketi, başlangıçtaki bölgesel niteliğini 1919 yılının ikinci yarısında bırakmaya başlamıştır.
Karadeniz Bölgesiyle Doğu Anadolu’da kurulmuş olan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin çabasıyla toplanan Erzurum Kongresinde Doğu Anadolu’daki cemiyetler “Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilmiştir. Batıdaki cemiyetler ise Balıkesir ve Alaşehir Kongreleriyle bir çatı altında toplanmaya çalışılmıştır. Amasya Tamimi çerçevesinde toplanan Sivas Kongresinde ise ülkedeki “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiş”, cemiyetin kuruluş bildirisi cemiyetler kanunu gereğince Sivas Valiliğine bildirilerek, bu örgüte yasallık kazandırılmıştır.
Dernekler yasası gereğince resmilik kazanan örgüt bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiride Anadolu ve Rumeli’deki tüm “Müdafaa-i Hukuku Milliye”, “Milli ve Vatani Cemiyetler” ve “Reddi İlhak Heyetleri ’nin” “Hukuk-u milliye ve menafi-i Osmaniyeyi” savunmak üzere “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” (ARMHC) adı altında birleştikleri bildirilmektedir.
Cemiyetin şimdilik idare merkezinin Sivas’ta olduğu, fakat ülkenin her yanında şubeler açacağı da vurgulanmaktadır. Müdafaa-i Hukuk cemiyetleriyle başlayan milli hareket, Mustafa Kemal Paşanın Anadolu’ya geçmesinden sonra, onun desteğiyle, giderek güç kazanmıştır. Sivas Kongresinden sonra ise tüm milli hareketin odak noktasını Heyet-i Temsiliye dolayısıyla da Mustafa Kemal Paşa oluşturmuştur.
Erzurum Kongresinde alınan karar uyarınca köylerden başlayarak illerin merkezlerine doğru bir örgütlenme stratejisi izlenirken, Sivas Kongresinden sonra bu konu yeniden ele alınmış ve 13.10.1919’da “Müdafaa-i Hukuk Teşkilatına Dair Nizamname” hazırlanmış ve tüm Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine gönderilmiştir. Buna göre, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti vatanın maruz kaldığı hadisat ve vakayi ile ve tamamen aynı maksatla vicdani milliden doğmuştur”, “her türlü fırka cereyanlarından âridir”.
Cemiyetin amacı “Osmanlı vatanının tamamiyetini ve Makam-ı Muallay-ı Hilafet-i Saltanatın ve İstiklal-i millinin masuniyetini temin zımmında Kuva-yı Milliyeyi âmil ve İrade-i Milliyeyi hakim kılmaktır”. Bu amaç doğrultusunda çalışacak olan cemiyetin “bilumum İslam vatandaşları “ tabii üyesidirler.
Örgütlenme, “köy ve mahallattan başlayarak nahiye, kaza, liva, vilayet, müstakil liva taksimatına tabi olacaktır. Osmanlı yurtseverliğini savunan Müdafaa-i Hukuk hareketi, İstanbul hükumetince ittihatçılıkla, Bolşeviklikle, saltanata ve hilafete isyankarlıkla, Cumhuriyetçilikle, asilikle suçlandırılmıştır. Yukarıda da vurguladığımız gibi ülkenin içinde bulunduğu somut koşulların bir ürünü olan Müdafaa-i Hukuk hareketinin bu suçlamalarla herhangi bir ilgisi yoktu.
Müdafaa-i Hukukçular, geçen dönemin aktif siyasal güçleriyle organik bir ilişki içine girmekten kaçınmışlardır. Rauf Beyin de vurguladığı gibi “Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin amacı halkı birleştirmek, bütünleştirmekti”. Bu nedenle de ayrılmalarına yol açacak olan “Fırkacılık’a” karşı idiler. Nitekim Sivas Kongresinde Fırkacılıkla ilgili uzun tartışmalardan sonra, “meclis-i milli” toplanıncaya kadar geleneksel ittihatçı yörüngesinde gelişen siyasetten uzak durularak, halkın birliğini bütünlüğünü sağlamanın zorunluluğu benimsenmiş ve 5 Eylül 1919’da “İttihat ve Terakki Cemiyetini yeniden canlandırmaya çalışmayacaklarına, mevcut siyasi partilerden hiçbirinin siyasi amaçlarına “hadim” olmayacaklarına ilişkin yemin şeklini benimsemişlerdir.
11 Eylül 1919’da yayınlanan Umumî Kongre Beyannamesi’nin 9. maddesinde de “Vatan ve Milletimizin maruz olduğu mezalim ve âlâm ile ve tamamen aynı gaye ve maksatla vicdan-ı millîden doğan vatanî ve millî cemiyetlerin ittihadından mütehassıl kitle-i umumiye bu kere Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti unvanıyla tevsim olunmuştur. Bu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından ve ihtirasat-ı şahsiyeden külliyen müberrâ ve münezzehtir. Bilcümle Müslüman vatandaşlarımız bu cemiyetin aza-yı tabiyesindendirler” denilmektedir. Heyet-i Temsiliye âdeta Anadolu’da “geçici” hükümet rolünü oynamıştır. Zira Heyet-i Temsiliye ulusal örgütlerin amaç ve ilkelerini eldeki araçlarla yurdun her tarafına yayıyor halka açıklıyor, örgüte güç kazandırmaya çalışıyor, mevcut ulusal örgütlerin varlığını ve devamlılığını sağlamak için çaba gösteriyor, bu örgütleri bir noktada birleştirmeye, bunlar arasında uyumlu bir bağ kurmaya özen gösteriyordu
Böyle “kutsal amacı” izlemek ve tüm Müdafaa-i Hukuk hareketini yönlendirmekle yükümlü kılınıyordu. Müdafaa-i Hukukçular, ülkenin yazgısının, halkın temsilcileri tarafından çizilmesi kanısında oldukları için Erzurum Kongresi’nden itibaren seçimlerini yapılarak Meclis-i Mebusan’ın toplanmasını istiyorlardı. Heyet-i Temsiliye; 13 Eylül 1919’da ordu ve sivil yöneticilerle, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine gönderdiği telgrafta; yaşanılan günlerin korku ve tehlikesine karşı Türk ulusunun haklarını savunmak ve varlığını korumak için, Mebuslar Meclisi’nin toplanmasını sağlamanın, bunun için gerekli sürecin kısaltılmasının o günün en önemli işi olduğunu vurguluyor, örgütlerin seçim için hazır olmalarını belirtiyordu.
ARMHC bir yandan ulusal eylemi halka indirici çalışmalar yaparken öbür yandan da Müdafaa-i Hukuk karşıtı olan Damat Ferit Paşa hükümetine karşı yoğun bir eyleme girişmiş ve bu hükümetin yıkılmasını sağlamıştır. Müdafaa-i Hukuk hareketine sempati duyan Ali Rıza Paşa Hükümeti kurulduktan kısa bir süre sonra Meclis-i Mebusan’ın açılmasına karar verilmiş, 7 Ekim 1919’da seçim kararnamesi yayınlanmıştır. Damat Ferit Paşa ve Hürriyet ve İtilâf Fırkası yanlıları seçime karşı çıkarken, Müdafaa-i Hukukçular seçim kararını desteklemişler ve seçim çalışmalarına hız vermişlerdir, 11 Ekim 1919’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine yazılan tamimlerde, mebus seçimlerine özen gösterilmesi, adaylıklarını koyan kişilerin Heyet-i Temsiliye’ye bildirilmeleri istenmiştir. Aynı tarihte Erzurum vilayetine gönderilen tamimde ise, ARMHC’nin seçime müdahale etmeyeceği, Heyet-i Temsiliye tarafından kimsenin “namzetliği’nin vazgeçilemeyeceği” belirtilmiştir. Ancak, cemiyetin millî vicdandan doğan görüşlerini ve tesbit ettiği esasları benimseyenlerin ARMHC adına adaylıklarını koyup, adlarını bağlı oldukları liva merkez heyetlerine ya da Sivas’taki Temsil Heyetine bildirmeleri istenmiştir.
Ülkenin içinde bulunduğu olumsuz seçim şartlarına rağmen Müdafaa-i Hukukçular halkı politize etmek için yoğun bir uğraşın içine girmişlerdir. Yayınladıkları bildirilerde sık sık “Osmanlılar” “Vatandaşlar”, “Milletdaşlar” gibi kavramlar kullanmışlardır. Seçime katılarak hükümet işlerine girmenin hem mübarek bir hak, hem de mukaddes bir vazife olduğunu vurgulamışlardır. Böylece de seçimi sadece bir oy verme işlemi düzleminden çıkararak, “hem hak” “hem de görev” konumuna getirmişlerdir. “Millete hayır ve şer’in” mebuslardan geleceğine dikkati çeken milliyetçi güçler, seçilecek mebuslarda aranması gereken nitelikleri belirtirken seçmenlerin dikkatlerini şu noktalarda toplamaya çalışmışlardır. Harp mesullerinin fazla İttihatçılık, fazla hürriyet ve itilâfçılık yapanların bilerek ya da bilmeyerek ülkeyi felâkete sürükleyen eski mebusların ihtikârla, hırsızlıkla namus-ı milliyi ihlâl edenlerin Türklüğe merbut ve hakikî milliyetperver olmayanların, seçilmemesini önermişlerdir.
Çünkü “bu defa seçilecek olanların memleketin mukadderatı hakkında rey vereceklerini bilmeleri gerekiyordu”. “Harekât-ı Milliye namı altındaki tahakküm dolayısıyla serbest intihap mümkün olamayacağından, intihabata iştirak edilemeyeceğini” belirten Hürriyet ve İtilâf Fırkası, seçimleri boykot etmiştir. Azınlık unsurlarının da katılmadığı seçimleri17, Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin düşüncesini benimsemiş mebuslar kazanmıştır.
Anadolu’daki Müdafaa-i Hukuk hareketine karşı olmayan Millî Türk, Osmanlı Mesai, Teceddüt Fırkalarıyla Osmanlı Çiftçiler Derneği’nin gösterdiği adaylardan da kimileri seçilmiştir. Seçilen mebuslara Meclis-i Mebusan ‘da izleyecekleri yolu göstermek amacıyla Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir gibi yerlerde toplanarak Mecliste milliyetçi eylemin programını savunmak üzere bir grup kurmalarının gerekliliği komutanlar toplantısında saptanmıştı”.
Bu karar uyarınca Meclis-i Mebusan ’da vatanın bütünlüğünü devletin ve milletin istiklâlini kurtarmaktan ibaret olan gayeyi takip etmek ve savunmak için anlaşmış ve azimli bir kadronun oluşturulması için Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir, Bursa, Bandırma ve Edirne’de toplanmaları istenmiştir. 18.11.1919’da oluşturulacak grup hakkında görüşmek üzere önce her livadan bir mebusu Eskişehir’e çağıran Heyet-i Temsiliye daha sonra bu görüşmelerin Ankara’da yapılmasının uygun olacağı kanısına varmıştır. 17 Aralık 1919’da yayınlanan genelgede Temsilciler Kurulu üyesi olarak seçilen mebusların Ocak ayının beşinden başlayarak Ankara’da beklendikleri belirtilmiştir. Bunun yanında Temsilciler Kurulu’nun her livadan seçilen mebuslarla yapacağı görüşmeye diğer mebusların çok sayıda katılmalarının da yararlı olacağı vurgulanmıştır. Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya gelen mebuslarla görüşmüş ve onlardan mecliste Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti grubu adı altında bir grup kurmalarını istemiştir.
Zira bu grup, millî teşkilâta ve ulusa dayanarak, her nerede olursa olsun milletin kutsal amaçlarını cesaretle dile getirecek ve savunacaktı. Ulusun amaç ve arzularını içeren bir programa esas olacak konular da bu arada görüşülmüş ve Misak-ı Milli ’nin ilk şekli hazırlanmıştır.12 Ocak 1920’de çalışmalarına başlayan Meclis-i Mebusan’ı oldukça ağır bir sorumluluk beklemekte idi. Kurtuluş, bunu sağlayacak kararları almak üzere Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubunun oluşturulması gerekiyordu. Bu konuda Ankara’da yapılan görüşmelerden olumlu sonuç alınmıştı.
İstanbul’a ulaşan mebuslardan bazıları meclis açılmadan “memleket menfaatini muhafaza ve müdafaa için” vatan görevinde ittihad-i efkâr etmelerini temin etmek maksadıyla “Bölük” adı altında bir birlik oluşturmaya yönelmişlerdir. İlk toplantıya Dahiliye, Hariciye, Nafıa Nazırı da katılmıştır. Mebuslar daha sonraları bu toplantıları çok gizli bir biçimde sürdürerek “Bölük Nizamnamesini” hazırlamaya yönelmişlerdir. Bunlar meclis açıldıktan sonra mebusları toplu bulundurmayı ve Bölük’ün umdelerini kabul eden hükümete, meclisin “müzaharetini temin eylemeyi” amaçlamışlardı.
Meclis açıldıktan sonra mecliste “Bölük” adıyla bir fırkanın kurulduğu ve Yozgat Mebusu İsmail Fazıl Paşa başkanlığında 12 kişiden oluşan bir merkez heyetinin olduğu basına yansımıştır. Ülkenin barışa ulaşmasından sonra Siyasî Fırka biçimine dönüşüp iç politikada önemli görevler yapacağı belirtilen Bölük’ün o aşamada millet tarafından kabul edilebilecek barış şartlarını hazırlamayı, iç ve dış politikaya ilişkin görüşlerini belirleyip hükümete iletmeyi, hükümetin bu görüşleri benimsemesi halinde ona güvenoyu vermeyi amaçladığı görülmektedir.
Basındaki bu yansımaya karşın Meclis-i Mebusan ‘da barış antlaşmasının meclisçe onaylanmasına kadar devam etmek üzere 5 maddelik siyasî programdaki ve 15 maddelik Nizamname-i Dahilideki ilkeleri kabul eden mebuslardan Felâh-ı Vatan İttifakı adı altında bir meclis grubu ortaya çıkmıştır. Meclis-i Mebusan çalışmalarına başladıktan sonra Müdafaa-i Hukuk hareketinin temel ilkelerini oluşturan Erzurum, Sivas Kongresi kararları doğrultusunda hareket etmiş, işgalleri reddetmiştir. Bunun yanında Erzurum’da doğan, Sivas’ta gelişen, Ankara’da olgunlaşan ulusal eylemin temelini oluşturan görüşler Misak-ı Millî metni 22 Ocak 1920”de Meclis-i Mebusan’ın gizli oturumunda okunmuş 28 Ocak 1920’de yine gizli bir oturumda beyanname halinde benimsenmiş, 17 Şubat 1920’de yabancı parlâmentolara ve basına bildirilmesi kararlaştırılmıştır. Anadolu’daki ulusal eylemcilerle organik bir bağlantı içinde olduğu görülen Meclis-i Mebusan’ın sömürgeci güçlere boyun eğmeyen bir tavır takınması onları kaygılandırmış ve 16 Mart 1920’de Meclis-i Mebusan’ı basarak Meclisin özgür iradesiyle karar almasını engellemişlerdir.
Bunun üzerine Meclis-i Mebusan üyeleri 18 Mart 1920’de “Mebusluk vazifesinin yapılmasında emniyet verici bir halin gelmesine kadar” meclis çalışmalarını durdurmaya karar vermişlerdir. İstanbul’un işgal edilmesi ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yanlısı milletvekillerinin tutuklanması üzerine Mustafa Kemal Paşa iki gün komutanlarla makine başında görüştükten sonra Heyet-i Temsiliye adına 19 Mart 1919’da yayınladığı bir bildiri ile Ankara’da salâhiyet-i fevkalâdeye malik bir meclisin toplanacağını, bunun için her livadan beşer üyenin seçilmesini, seçimde her parti, zümre ve cemiyetin aday gösterebileceği gibi, bireysel olarak da adaylığın konulabileceğini, seçimlerin gizli oy ve mutlak çoğunluk esasına göre yapılacağını, seçimlerin on beş gün içinde Ankara’da çoğunluk sağlanmış olarak toplanmak üzere yapılmasını belirtmiştir.
Bunun yanında Meclis-i Mebusan üyesi iken, Meclisin kapatılması üzerine Ankara’ya gelecek mebusların da bu Meclisin üyesi sayılacağı, yeni seçimlerde Osmanlı seçim yasasına göre oy vermesi gereken müntehib-i saniler yanında sancak il idare ve belediye meclisi üyeleriyle Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin idare heyetlerinin de oy verebilecekleri açıklanmıştır. Böylece meclisin tabanı genişliyor, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ile meclisin organik ilişkisi daha da sıklaştırılıyordu.
23 Nisan 1920’de büyük bir törenle açılıp çalışmalarına başlayan meclis oldukça heterojen (karmaşık) bir yapıya sahipti. İttihatçısı, İtilafçısı, İslamcısı, Osmanlıcısı, Liberali, Bolşeviği, çiftçisi, tüccarı, askeri, aşiret reisi, öğretmeni, politikacısı vs. bu mecliste yer almıştı.
İlk günlerin heyecanlı havası geçtikten ve milletvekilleri birbirlerini daha iyice tanımaya başladıktan sonra Mecliste fikir ayrılıkları da kendini göstermiştir. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin âdeta siyasî bir grubu olmasına rağmen “Misak-ı Milli” dışında ortaklığı sağlamak güçleşmiştir. Ancak, ülkenin o günkü koşullara itilmesinde kısır parti çekişmelerinin rol oynadığını düşünen kimi milletvekili mecliste partileşme hareketinin içinde yer almayacaklarını belirtmiştir. İcra vekillerinin oluşum biçimi ve hükümet programı ile başlayan düşünsel ayrılıklar Mecliste grupların oluşmasına doğru gidişatı başlatmıştır. Meclisin yeni bir devlet kurmaya doğru gittiğini gören kimi milletvekilleri gelecekte kurulacak düzen hakkında programlar hazırlamaya koyulmuştur. Örneğin 1920 yılı Ağustosunda kendilerine halkçı adını veren bir grup milletvekili 22 maddelik bir yasa taslağı hazırlamıştır.
Teşkilat-ı Esasiye Kanununa temel oluşturduğunu sandığımız bu belgeye göre; Hâkimiyet kayıtsız şartsız millete geçecek, yasama ve yürütme gücü BMM’de toplanacak, Türkiye, halk hükümeti BMM tarafından idare olunacak, BMM üyeleri genel oy ile livalar halkınca seçilecek, 50 bin nüfusa bir milletvekili düşecek vs.vs…
Bu yasa taslağından kısa bir süre sonra da 5 Eylül 1336’da kurulan Halk Zümresinin siyasi programı yayınlanmış, bunun da arkasından 13 Eylül 1920’de Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanan Halkçılık Programı Meclis Başkanlığına sunulmuştur.
Misak-ı Millinin gerçekleştirilmesinden sonra kurulacak düzenin temel taşlarını oluşturan bu programın meclise sunulmasından sonra, meclisteki gruplaşmalar artmıştır. İsim olarak çok, fakat üye sayısı itibariyle yeterli olmayan bu gruplar meclis çalışmalarını düzenli bir hâle getireceği yerde daha da karıştırmış, düzensizliklere neden olmuştur. Halkçılık programının Meclisçe Teşkilat-ı Esasiye Kanunu olarak benimsenmesinden sonra bu karışıklıklar daha da artmıştır. Meclisteki bu oluşumu yakından izleyen Mustafa Kemal Paşa, başından beri izlediği gruplar üstü politikanın bırakılması gerektiği kanısına varmıştır.
Çeşitli düşünce akımlarının faaliyet gösterdiği Anadolu’da halkın birliğini, bütünlüğünü bozucu eylemlerin durdurulması kararlaştırılmıştır. Heyet-i Vekile 21-22 Mart 1921 gecesi yaptığı toplantıda Anadolu’nun içine kök salmış olan Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin ihya ve ıslah edilmesi gerektiğine karar vermiş ve bu kararı bir genelge ile açıklamıştır. Bu çerçevede Kâzım Karabekir Paşaya gönderilen bir şifrede şöyle deniliyordu. “Milletin efkâr-ı umumiyesini salim mecrada tutabilecek milletin içinde bir teşkilâtın muhafazası lüzumu tahakkuk ediyor. Buna binaen Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti merkeziyetlerinin vatanperver ve azimkâr erbabı namus ve hamiyetten ve halkın hürmet ve itimadına mazhar zevattan intihap olunmalarını ve bu merkez vasıtasıyla halkı muntazaman irşat etmek” elzemdir.
Bunun yanında BMM’nin aynı zamanda ARMHC’nin kongresi yetkisine sahip olduğu vurgulanarak Meclis Başkanlık divanının da Heyet-i Temsiliye’nin yerine geçtiği belirtilmiştir. 21 Mart 1921 ‘de tüm vilâyet ve mutasarrıflıklara gönderilen bir genelge ise Bağımsızlık Savaşının timsali olan ARMHC’nin ülke ve millete yönelik görevlerini daha iyi yapabilmek için bu örgütlerin Meclis Başkanlığı ile daha iyi ve düzenli ilişki kurmaları istenmiş ve MH Merkez Heyetini oluşturan kişilerin ad ve şöhretlerinin Meclis Başkanlığına bildirilmesi belirtilmiştir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinden, Halk Fırkasına, ardından Cumhuriyet Halk Partisine giden yol;
Mustafa Kemal Paşa ülkedeki tek örgütlü güç olan ARMHC ile ilişkileri yoğunlaştırırken, Meclisteki havadan kaygı duyan kimi milletvekili de kendi aralarında toplantılar yaparak Meclis çalışmalarının nasıl düzenli bir şekle sokulacağını tartışmıştır. Meclisteki bu gelişme Refet Bey aracılığıyla Mustafa Kemal Paşa’ya da yansıtılmıştır. Mustafa Kemal Paşa inkılâpçı zihniyete sahip milletvekilleriyle, vilâyet konağında gruplar halinde görüşmüştür. Bu görüşmeler sonunda Mustafa Kemal Paşa Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adı altında büyük bir meclis grubu oluşturmaya karar vermiştir.
10 Mayıs 1921’de kurulan bu grup iki maddelik bir de program yayınlamıştır. Buna göre grubun amacı, Misâk-ı Millî esasları içinde ülkenin tamamını ve milletin istiklâlini sağlayacak barışı getirmek, bu amaca ulaşmak için de ülkenin tüm maddî ve manevî gücünü gerekli hedeflere yönlendirerek devletin ve milletin örgütlenmesini Teşkilât-ı Esasiye Kanunu çerçevesinde yapmaktır. Buna ilk tepki Erzurum Müdafaa-i Hukuk Derneğinden, Raif Efendiden, gelmiştir. Zira Raif Efendi ve onun görüşlerini Mustafa Kemal’e aktaran Kâzım Karabekir Paşa, “Hilâfet ve Padişaha ait hiç bir” kayıt taşımayan Teşkilât-ı Esasiye Kanunu çerçevesinde devletin örgütlendirilmesinin, kurtuluştan sonra ülkeyi yeni bir yönetim biçimine, Cumhuriyete götüreceğinden kaygı duymuş ve Mustafa Kemal’in bu grubun başında bulunmasını onaylamamıştır.
TBMM hükümeti içinde yer alamayanlar, yer aldığı halde bu yeri uzun süre koruyamayanlar, muhalefeti kendilerine “şiar” edinenler, kişisel olarak Mustafa Kemal’e karşı olanlar daha sonra II. Müdafaa-i Hukuk Grubunu oluşturmuşlardır. Böylece “salahiyet-i fevkaladeye malik” mecliste, düşünsel ayrılık çok açık ve örgütlü olarak muhafazakar-inkılapçı şeklinde bu gruplarla ortaya çıkmıştır.
Birinci Müdafaa-i Hukuk Grubu (I. Grup) inkılapçılığı ve iktidarı,
İkinci Müdafaa-i Hukuk Grubu (II. Grup) ise muhafazakarlığı ve muhalefeti temsil etmiştir.
- Grup, Atatürk’ün önderliğini ülkeyi adım adım Osmanlı Devlet düzeninden daha çağdaş bir düzene doğru sürüklerken,
- Grup, milletvekilleri bu gidişi durdurmaya çalışmışlar, bu nedenle de meclisteki muhalefetin dozunu yükseltmişlerdir.
Teşkilat-ı Esasiye Kanununun benimsenmesi Mustafa Kemal’in Başkomutan olması, Sakarya savaşından sonra ordunun bir süre için savunmada kalması, İcra Vekilleri Heyetinin görev ve yetkileri sorunu, Ankara İtilafnamesinin imzalanması, saltanatın kaldırılması Lozan Konferansının gidişatı, Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi, II. Grup milletvekillerinin en çok üzerinde durduğu, zaman zaman da etkili olduğu konular olmuştur.
Ali Şükrü Beyin öldürülmesi ile iyice sertleşmiş olan I. II. Grup mücadelesi meclis sınırlarını da zorlamıştır. Bu Meclise o günkü koşullarda yapılacak bir barış antlaşmasını benimsetmenin güç olduğu görülmüştür. Mustafa Kemal ve arkadaşları Büyük Taarruzun kazanılmasıyla TBMM ve onun yaratıcısı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin görevlerinin de sona erdiğini, Müdafaa-i Hukuk teriminin Kurtuluş Savaşındaki anlamını artık ifade ellemeyeceğini düşünmüşler ve yeni dönemde yeni isme, yeni bir programa ihtiyaç olduğunu vurgulamışlardır. Yeni isim ve yeni programla tanı kurtuluş sağlanacaktı. Bunun için de Kurtuluş Savaşında olduğu gibi birliğe ihtiyaç vardı. Bunu da ancak bir siyasi parti ile sağlamak mümkün olabilirdi.
Nitekim Mustafa Kemal Paşa 6 Aralık 1922’de basına verdiği bir demeçte Halk Fırkası adıyla bir parti kuracağını bildirmiştir. Partinin programını hazırlamak üzere düşünen kafaları yardıma çağırmıştır. Arkasından bir yurt gezisine çıkarak çeşitli yerlerde Halk Fırkası ile ilgili açıklamalar yapmıştır. “Halk” ismi kimi kesimlerde sola yönelik bir yorumlamaya tabi tutulmuş ise de bunun böyle olmadığı Mustafa Kemal’in açıklamalarıyla ortaya çıkmıştır.
Fırkanın sınıf savaşına yol açmayacağı, tüm milletin refah ve saadetini temine matuf olacağı vurgulanmıştır. Ülkede hakiki bir inkılap yapıldığını ve halen devam ettiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa; memleketi mamur milleti zenginleştirmek için uygulanacak programın halkın çoğunluğuna dayanması gerektiğini belirtmiştir.
Atatürk batıya yaptığı geziden sonra bir de Adana, Mersin, Tarsus, Konya, Afyon, Kütahya gibi yurt köşelerini gezerek çeşitli halk kesimi ile görüşmeler yapmıştır. Bu gezilerden çıkarılacak sonuç; Mustafa Kemal Paşa’nın yeni ve büyük bir aşamaya hazırlanmakta olduğu, bunun için de ulusun bütünlüğünden güç alacak taze bir kuvvete dayanmak isteği idi. Ancak meclisin yapısı yeterince umut verici gözükmüyordu. Bu nedenle Mustafa Kemal Paşa yurt gezilerini tamamladıktan sonra icra vekilleri heyeti ile bir toplantı yapmış, toplantıya Meclis İkinci Başkanı Ali Fuat Paşayı da çağırmıştır.
Toplantıda Meclisin yenilenmesi konusu görüşülmüştür. Nitekim 1 Nisan 1923’te de Meclisin yeniden seçimlere gitmesi konusu Meclis gündemine gelmiştir. Aydın mebusu Esat Efendi ve 120 arkadaşının verdikleri ortak önergede “Müdafaa-i memleket gayesiyle toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu gayeye ulaştığı belirtildikten sonra, ülkenin şimdi mesaili sulhiye ve terakki-i iktisadiye gibi… İki mühim mukaddes gayeyi istihdaf lüzumu kati vardır” deniliyor ve bunun için Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda değişiklik yapılması isteniyordu.
Mecliste oybirliği ile kabul edilen bu öneriden sonra seçim çalışmalarına başlanmıştır. Mecliste seçim kararı alındıktan sonra, 8 Nisan 1923’de Mustafa Kemal Paşa, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi olarak bir beyanname yayınlamıştır. 9 “Umdeden” oluşan bu beyannamede, mecliste var olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunun Halk Fırkasına intikal edeceği, Halk Fırkası’nın halk hâkimiyetine, maddî ve manevî yenileşme esasına dayanan geniş ve olgun bir program yapacağı bu programın Halk Fırkası’nın üyelerinin onayına sunulacağı açıklanıyordu.
Seçim çalışmalarına çağrı olarak yayınlanan 8 Nisan 1339 tarihli bir belgede de “Eğer ümidimiz veçhile Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtımızın müntehap ve mutemetleri milletin arasına nail olurlarsa atiyen Büyük Millet Meclisi’nde Halk Fırkası namı altında memleketin idaresi mesuliyetini deruhte edeceklerdir” deniliyor ve MHC ve geleceğin Halk Fırkası’nın izleyeceği amacın; tecrübelerden, ülkenin ihtiyaçlarından doğan ve açıklanan “umdeler” olduğu da vurgulanıyordu.
Yeni seçime ittihatçılarla, II. Grubun da katılacağı kimi basın organlarına yansımış ise de bunların örgütlü bir çalışma içine giremedikleri, buna karşılık Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde seçime giren I. Grubun yoğun bir çalışma içine girdiği görülmektedir.
1.Grup adayları, öncelikle “umdeleri kabul ettiklerini belirterek, adaylıklarının onaylandığına ilişkin MHC başkanlığından imza alarak seçime katılmışlardır. Yoğun bir seçim çalışması sonucunda, seçimi ezici bir çoğunlukla I. Müdafaa-i Hukuk Grubu adayları kazanmıştır. Ankara’da toplanan milletvekilleri seçim sonrasında kurulacağı belirtilen Halk Fırkası’nın Nizamnamesi ’ni hazırlamaya koyulmuşlardır. Bu konuda iki rapor hazırlanmış ve komiteye sunulmuş ise de benimsenmemiştir. 7 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa Halk Fırkasına mensup milletvekilleriyle bir toplantı yapmış, bu toplantıda I. Mecliste partileşmeye yönelik çabaları anlatmış ve Müdafaa-i Hukuk’un Halk Fırkası’na dönüştüğünü söylemiştir. Hazırlanan Halk Fırkası Nizamnamesini tartışılmak üzere milletvekillerine dağıtmıştır. 106 madde ile bir ekten oluşan ve bir proje olarak hazırlanıp milletvekillerine dağıtılan;
Halk Fırkası’nın bu ilk nizamnamesinin umumî esaslara ait 6 Maddelik bölümün bazı maddeleri şöyledir:
- Halk Fırkası, Cemiyetler kanunu mucibince teşekkül etmiş siyasî bir cemiyettir. Gayesi millî hâkimiyetin “halk tarafından ve halk için” icrasında rehberlik etmek Türkiye’yi tam manasıyla bir “asrî devlet” haline yükseltmektedir.
- Halk Fırkası bir ihtilâl fırkası değil, bir inkılâp fırkasıdır. Bütün siyasî mücadelelerini kanun dairesinde yapacak ve Türkiye’de bütün kanunların fevkinde kanunun velayetini hâkim kılmaya çalışacaktır.
- Halk Fırkası’na mensup olanların gerçekten “halkçı” olması şarttır. Halkçılara göre halk mensubu herhangi bir sınıfa münhasır değildir. Hiç bir imtiyaz iddiasında bulunmayan ve umumiyetle kanun nazarında mutlak bir müsavatı kabul eden bütün fertler halktandır. Bu suretle halkçılar asrî devlet esaslarına muhalif hiç bir ailenin, hiç bir sınıfın, hiç bir cemaatin ve hiç bir ferdin imtiyazlarını kabul etmeyen kanunları teşrig ve icra etmekteki nutku hürriyet ve istiklâlini tecdîd ve takyid edici hiç bir anane hiç bir teamülün ve hiç bir kuvvetin meşruunu tanımayan fertlerdir.
- Bir ferdin Halk Fırkası’na dâhil olabilmesi için Türkiyeli olması ve aslen millî yurt haricinde bulunan Müslüman milletlerden birine mensup ise Türk Milliyetini kabul etmesi şarttır. Bu nizamname üzerinde yapılan tartışmalar Eylül başında sonuçlanmış, ARMHC Meclis Grubu 9 Eylül 1923’te bu nizamnameyi onaylamış ve 11 Eylül’de de Fırka Başkanlığı’na Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı, Genel Sekreterliğe ise Recep Bey’i seçerek partiye fiilen işlerlik kazandırılmıştır.
Ancak Partinin kuruluşuna ilişkin resmî başvuru İçişleri Bakanlığına Ekim 1923’te yapılmıştır. Cumhuriyetin ilân edilmesinden sonra Atatürk, Başbakan İsmet Paşayı Halk Fırkası Genel Başkan vekilliğine atamıştır. İsmet Paşa 20 Kasım 1923’te yayınladığı bir genelge ile ARMHC’nin bütün örgütlerini Halk Fırkası’nın içine almıştır. Böylece İsmet Paşa’nın da vurguladığı gibi tüm ülkeye “kurtuluş ve bağımsızlığı getiren” ARMHC’nin yerini, Türk toplumunda “millî hâkimiyetin halk tarafından ve halk için icrasına rehberlik etmek” Türkiye’yi tam anlamıyla çağdaş bir devlet haline getirmek için halkçılık temeli üstüne kurulan Halk Fırkası’na bırakmıştır.
Kaynak: Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi gov.tr.
Your point of view caught my eye and was very interesting. Thanks. I have a question for you.
To account for multiple sampling for the Pre samples i precio priligy 30 mg 43 Misoprostol day 5 vs
Weng JR, Tsai CH, Kulp SK, Chen CS Indole 3 carbinol as a chemopreventive and anti cancer agent buy cytotec no prescription Similarly, in Pennsylvania Employees Benefit Trust Fund v